22 Aralık 2014 Pazartesi

Obliviate

Tür: Fanfiction
Fandom: Harry Potter
Hikaye Adı: Obliviate
Kelime Sayısı: 1038
         
         Ve sonunda en büyük korkumun gerçekleştiği eve girerken gözümden akan yaşlara aldırmıyorum. Şu koskoca dünyada sevdiğim tek insanı kaybettim. Onu korumak için yaptığım onca şeye rağmen koruyamadım. Ortasında kocaman bir yarık olan kapıyı yavaşça itiyorum. Bu evde biz yaşıyor olabilirdik. Şu an yerde yatan kişi James Potter değil ben olabilirdim. Ona bu geleceği yaşatmamak için elimden gelen tek şeyi yaptım fakat yeterli olamadım.
         Yerde yatan eski düşmanımın cesedini geçip merdivenlere yöneliyorum. O, üst katta, bunu hissedebiliyorum. Merdivenlerin başında düğünlerinden kalan bir fotoğraf var. O fotoğraftaki biz olabilirdik. Biz olacaktık. Gözyaşlarım artık önümü görmemi engellerken çocuk odasının kapısında duruyorum. Kapının önünde durup gözlerimi kapatıyorum. Biraz sonra göreceğim sahne için kendimi hazırlamaya ihtiyacım var. Ama hangi büyü, hangi çalışma insanı sevdiği kadının cesedini görmeye hazırlayabilir ki? Kapıyı açtığımda bir bağırış duyuyorum. Benden geldiğini bildiğim ama attığımı bilmediğim bir bağırış. Hemen koşarak yanına gidiyorum. Bedeni soğuk, gözleri açık. Uğruna ölebileceğim yeşil gözler boş bakıyor bu sefer bana. Kafamı yasemin kokan kızıl saçlarına gömerken hıçkırıklarla ağlıyorum. Gözümün önüne her şeyi değiştiren kararım geliyor. Yasemin kokusu ciğerlerimi doldururken geçmişe doğru bir yolculuğa çıkıyorum.
         Hogwarst – 2 yıl önce
         “Ben ayrılmak istiyorum,” kelimeler ağzımdan çıktığında zamanı geri almak için yapabileceğim her şeyi yapmaya hazırım. Fakat olması gereken bu, Karanlık Lord böyle bir zaafım olduğunu bilmemeli.
         Gözlerimin içine bakarken gözlerindeki sevginin nasıl bir anda nefrete dönüştüğüne şahit oluyorum. Bir dakika önce içindeki aşkı anlatarak bakan gözler önce yavaşça aşağıya iniyor ve ardından tekrar baktığında bu sefer içinde milyonlarca duygu barındırıyor. “Neden?” diye fısıldayabiliyor sadece gözünden ilk damlası düşerken.
         Hayır, güçlü olmalıyım. Bir karar verdim ve geri dönemem. “Artık seni sevdiğimi hissetmiyorum, birbirimize çok uzağız,” diyorum kendimden bir kez daha nefret ederken. Daha iyisini bulmalıydım, benden tamamen nefret etmeliydi. Şu an ağlıyor olmamalıydı.
         Gözlerindeki yaşları elinin dışıyla silerken gözlerini gözlerime kitliyor. O yeşillerin beni hapsetmesine izin vermemeliyim. Bana inanmadı. “Henüz daha dün sabah bensiz bir hayat düşünemediğini, bensiz yaşamak istemediğini söylemiştin, Severus,” diye bağırıyor.
         “Öyle zannettim,” diyorum gözlerime gelen yaşları geri göndererek. Hayır, ağlayamam şu an. “Benimkisi sadece alışkanlıkmış Lily,” yalanımı başka bir yalanla desteklerken gözlerim artık yanmaya başlıyor.
         “Sen! Bu! Dünyadaki! En! Şerefsiz! İnsansın!” her bir kelimesini teker teker vurguluyor. Artık gözyaşlarını silmeye tenezzül bile etmiyor. Yere çöküp başını ellerinin arasına alıyor. İçimde bir şeylerin parçalandığını hissedebiliyorum.
         “Üzgünüm Lils,” diyorum. Eski günlerdeki gibi çeviriyor kafasını bana. Ayağa kalkıyor yavaşça. Birazdan yanıma gelecek kollarını bana sarıp omzumda ağlayacak sanki. Her adımı yıllarmış gibi geçen bir sürenin sonunda yanıma geliyor. Kollarını uzatıyor. Kollarımı uzatıyorum fakat o esnada yanağımda patlayan tokatın acısıyla bir adım geriye gidiyorum. Böyle olacağını bilmeliydim. İçimdeki acıyla derin bir nefes çekiyorum. Hayır, tokat değil canımı yakan, barındırdığı nefret.
         “Bunun olacağını bilmeliydim. Sen kalpsiz bir adamdan başka bir şey değilsin Severus Snape!” gözleri o kadar acı, gözleri o kadar sertki… “Seninle evlenecektim Severus. Bütün hayatımı senin uğruna harcamaya hazırdım.”
         Dedikleri canımı yakıyor fakat dediği kalpsiz adam olmalıyım, yoksa onu bırakamam. “Seninle mükemmel bir geleceğim olabilirdi Lils ama doğru olduğunu bildiğim şeyi yapmalıyım. Sevmediğim bir kadınla böyle bir gelecek hayali kuramam.” Söylediklerim için kendimden nefret ediyorum ama duyması gerekenler bunlar. Nasıl olsa bunların hiç birini hatırlamayacak.
         Gözlerimin içine bakıyor. Orada dün gece bıraktığı adamı arıyor ama yok. En derine gömdüm çünkü onu. Bilmemeli, benden nefret etmeli. Birazdan yapacağım şey hatıralarını ondan alacak ama duygularını değiştiremem. O yüzden benden nefret etmeli. “Senden nefret ediyorum!” diye bağırıyor sanki düşüncelerimi duymuş gibi.
         İçimdeki fırtınaları dinlemeden gülümsemeye çalışıyorum. “Lütfen Lils, büyütmeyelim.” Sonrasında atmaya çalıştığım kahkahaysa tam bir hayal kırıklığı.
         Üstüme yürüyor bir kez daha, bu sefer hazırlıklıyım. Suratımı geri çektiğimde göğsümü dövüyor yumrukları. “Neyi büyütmeyeyim Snape. Seninle evlenmeyi planladığımı mı, senden doğacak çocuklarımın hayalini kurduğumu mu yoksa inandığım her şeyin bir yalan olduğunu mu?” Kalbim sıkışıyor. Gerçekten çok kötü bir insanım ama iç sesim yaşaması için tek yolun bu olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bana. “Potter ve arkadaşları haklıymış. Sen gerçekten iğrenç bir insansın.”
         “Lütfen Lils, güzel zamanlar geçirdik. Bunun anısına saygı duyup daha ileri gitme,” ellerini tutmak için ellerimi uzatıyorum. Hızla ellerini çekiyor.
         “Bana dokunmaya çalışma seni aşağılık herif. Bundan sonra seni görmek bile istemiyorum,” artık karşımda ağlayan bir kadın yok. Gözleri sinirden çakmak çakmak bir kızıl cadı var.
         “Bu işimi kolaylaştırır,” deyip o günkü tek gerçek gülümsememi sunuyorum ona, son gülümsememi. Ardından o henüz ne olduğunu anlamadan asama atıyorum elimi. Dokuz harfi çok kısa sürede söylüyorum. “Obliviate.” Artık gözleri boş bakıyor. Hızlı olmalıyım, yokluğum fark edilmemeli. Daha önceden sersemletip çalılıkların arasına sakladığım James Potter’ı çıkartıyorum. Ne ironi ama bugün sevdiğim kadının kalbini kırdım ve tamir etmesi için en sevmediğim kişiye güveniyorum. Göle bakan bankın üstüne yan yana olmaları için ikisini de taşıyorum. Kalbim sıkışıyor, nefes alamıyorum. Ama bunu yapmalıyım.
         Onları yan yana koyduğumda Lily’nin başı ister istemez James’in omzuna düşüyor. Ölümün bile canımı bu kadar acıtacağını sanmıyorum. Asamı bir kez daha kaldırıp zihinlerine bir duvar örüyorum. Bu ilişkiyi sadece üçümüzün bilmesi işimi kolaylaştırıyor. İşim bittiğinde onlara bakıyorum. Sıcak bir cumartesi sabahında güneşin batışını izleyen iki sevgiliden farkları yok. Kalbime saplanan bıçaklara aldırmadan ellerini üst üste koyuyorum. Artık beni sadece çocukluk arkadaşı olarak hatırlayacak ama yapmam gereken son bir şey daha var. Benden tamamen nefret etmeli. Ona o şekilde hitap etmeliyim. O zaman bana karşı hiçbir şey hissedemez. Fakat şimdi değil. Kalbim bugün daha fazlasını kaldıramaz. Yüzümü, yüzünün hizasına getirip ona son kez bakıyorum. Uyurmuşçasına huzurlu, sanki onu ihtiyaç odasında uyurken izlediğim günlerden birisindeyiz. Gözlerimi kapatıp o anın fotoğrafını çekiyorum kafamda. Bir ömür onu böyle hatırlamak istiyorum.
         O gece
         Aşık olduğum kadının saçlarını öperken, bir kez daha her şeyin farklı olabileceğini fısıldıyorum kendime. O gün o kararı vermeseydim, sevdiğim kadını seçseydim her şey farklı olabilirdi. Aptal planlarımın ve yanlış kararlarımın canı cehenneme. Kafamı kaldırıp tanrıyı bulmayı umarak tavana bakıyorum. “Al canımı, al canımı artık lütfen, yaşamak için bir amacım kalmadı,” sanki duamı yanıtlamış gibi bir şimşek sesi duyuluyor dışarıdan. Şimşek sesinin peşinden korkmuş bir bebek ağlaması duyuluyor. Evet, var. Ondan kalan son hatırayı korumalıyım. Sevdiğim kadını usulca yere yatırıp ayağa kalkıyorum. Beşiğin içinde ağlayan çocuğa, benim çocuğum olabilecek çocuğa, yöneliyorum. Onu kucağıma alamam, hayır. Ama bir ömür onu koruyacağım. Sen çocuk, sen ondan bana kalan tek hatırasın. Dışarıdan Black ve Hagrid’in sesleri geliyor. Artık gitmeliyim. Son kez ona bakıyorum. “Sana söz veririm Lily Evans. Son nefesine kadar oğluna göz kulak olacağım.” Ardından asamı kendime çevirip cisimleniyorum.

         Severus Snape hiçbir zaman bilemedi, fakat cennette Lily ve James Potter çifti el ele gülümsediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder