Fandom: Harry Potter
Hikaye
Adı: Obliviate
Kelime
Sayısı: 1038
Ve sonunda en
büyük korkumun gerçekleştiği eve girerken gözümden akan yaşlara aldırmıyorum.
Şu koskoca dünyada sevdiğim tek insanı kaybettim. Onu korumak için yaptığım onca
şeye rağmen koruyamadım. Ortasında kocaman bir yarık olan kapıyı yavaşça itiyorum.
Bu evde biz yaşıyor olabilirdik. Şu an yerde yatan kişi James Potter değil ben
olabilirdim. Ona bu geleceği yaşatmamak için elimden gelen tek şeyi yaptım
fakat yeterli olamadım.
Yerde
yatan eski düşmanımın cesedini geçip merdivenlere yöneliyorum. O, üst katta,
bunu hissedebiliyorum. Merdivenlerin başında düğünlerinden kalan bir fotoğraf
var. O fotoğraftaki biz olabilirdik. Biz olacaktık. Gözyaşlarım artık önümü
görmemi engellerken çocuk odasının kapısında duruyorum. Kapının önünde durup
gözlerimi kapatıyorum. Biraz sonra göreceğim sahne için kendimi hazırlamaya
ihtiyacım var. Ama hangi büyü, hangi çalışma insanı sevdiği kadının cesedini
görmeye hazırlayabilir ki? Kapıyı açtığımda bir bağırış duyuyorum. Benden
geldiğini bildiğim ama attığımı bilmediğim bir bağırış. Hemen koşarak yanına
gidiyorum. Bedeni soğuk, gözleri açık. Uğruna ölebileceğim yeşil gözler boş
bakıyor bu sefer bana. Kafamı yasemin kokan kızıl saçlarına gömerken
hıçkırıklarla ağlıyorum. Gözümün önüne her şeyi değiştiren kararım geliyor.
Yasemin kokusu ciğerlerimi doldururken geçmişe doğru bir yolculuğa çıkıyorum.
Hogwarst – 2 yıl önce
“Ben ayrılmak
istiyorum,” kelimeler ağzımdan çıktığında zamanı geri almak için yapabileceğim
her şeyi yapmaya hazırım. Fakat olması gereken bu, Karanlık Lord böyle bir
zaafım olduğunu bilmemeli.
Gözlerimin içine
bakarken gözlerindeki sevginin nasıl bir anda nefrete dönüştüğüne şahit
oluyorum. Bir dakika önce içindeki aşkı anlatarak bakan gözler önce yavaşça
aşağıya iniyor ve ardından tekrar baktığında bu sefer içinde milyonlarca duygu
barındırıyor. “Neden?” diye fısıldayabiliyor sadece gözünden ilk damlası
düşerken.
Hayır, güçlü
olmalıyım. Bir karar verdim ve geri dönemem. “Artık seni sevdiğimi hissetmiyorum,
birbirimize çok uzağız,” diyorum kendimden bir kez daha nefret ederken. Daha
iyisini bulmalıydım, benden tamamen nefret etmeliydi. Şu an ağlıyor
olmamalıydı.
Gözlerindeki
yaşları elinin dışıyla silerken gözlerini gözlerime kitliyor. O yeşillerin beni
hapsetmesine izin vermemeliyim. Bana inanmadı. “Henüz daha dün sabah bensiz bir
hayat düşünemediğini, bensiz yaşamak istemediğini söylemiştin, Severus,” diye
bağırıyor.
“Öyle
zannettim,” diyorum gözlerime gelen yaşları geri göndererek. Hayır, ağlayamam
şu an. “Benimkisi sadece alışkanlıkmış Lily,” yalanımı başka bir yalanla
desteklerken gözlerim artık yanmaya başlıyor.
“Sen! Bu!
Dünyadaki! En! Şerefsiz! İnsansın!” her bir kelimesini teker teker vurguluyor.
Artık gözyaşlarını silmeye tenezzül bile etmiyor. Yere çöküp başını ellerinin
arasına alıyor. İçimde bir şeylerin parçalandığını hissedebiliyorum.
“Üzgünüm Lils,”
diyorum. Eski günlerdeki gibi çeviriyor kafasını bana. Ayağa kalkıyor yavaşça. Birazdan
yanıma gelecek kollarını bana sarıp omzumda ağlayacak sanki. Her adımı
yıllarmış gibi geçen bir sürenin sonunda yanıma geliyor. Kollarını uzatıyor.
Kollarımı uzatıyorum fakat o esnada yanağımda patlayan tokatın acısıyla bir
adım geriye gidiyorum. Böyle olacağını bilmeliydim. İçimdeki acıyla derin bir
nefes çekiyorum. Hayır, tokat değil canımı yakan, barındırdığı nefret.
“Bunun olacağını
bilmeliydim. Sen kalpsiz bir adamdan başka bir şey değilsin Severus Snape!”
gözleri o kadar acı, gözleri o kadar sertki… “Seninle evlenecektim Severus.
Bütün hayatımı senin uğruna harcamaya hazırdım.”
Dedikleri canımı
yakıyor fakat dediği kalpsiz adam olmalıyım, yoksa onu bırakamam. “Seninle
mükemmel bir geleceğim olabilirdi Lils ama doğru olduğunu bildiğim şeyi
yapmalıyım. Sevmediğim bir kadınla böyle bir gelecek hayali kuramam.”
Söylediklerim için kendimden nefret ediyorum ama duyması gerekenler bunlar.
Nasıl olsa bunların hiç birini hatırlamayacak.
Gözlerimin içine
bakıyor. Orada dün gece bıraktığı adamı arıyor ama yok. En derine gömdüm çünkü
onu. Bilmemeli, benden nefret etmeli. Birazdan yapacağım şey hatıralarını ondan
alacak ama duygularını değiştiremem. O yüzden benden nefret etmeli. “Senden
nefret ediyorum!” diye bağırıyor sanki düşüncelerimi duymuş gibi.
İçimdeki fırtınaları
dinlemeden gülümsemeye çalışıyorum. “Lütfen Lils, büyütmeyelim.” Sonrasında
atmaya çalıştığım kahkahaysa tam bir hayal kırıklığı.
Üstüme yürüyor
bir kez daha, bu sefer hazırlıklıyım. Suratımı geri çektiğimde göğsümü dövüyor
yumrukları. “Neyi büyütmeyeyim Snape. Seninle evlenmeyi planladığımı mı, senden
doğacak çocuklarımın hayalini kurduğumu mu yoksa inandığım her şeyin bir yalan
olduğunu mu?” Kalbim sıkışıyor. Gerçekten çok kötü bir insanım ama iç sesim
yaşaması için tek yolun bu olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bana. “Potter ve
arkadaşları haklıymış. Sen gerçekten iğrenç bir insansın.”
“Lütfen Lils,
güzel zamanlar geçirdik. Bunun anısına saygı duyup daha ileri gitme,” ellerini
tutmak için ellerimi uzatıyorum. Hızla ellerini çekiyor.
“Bana dokunmaya
çalışma seni aşağılık herif. Bundan sonra seni görmek bile istemiyorum,” artık
karşımda ağlayan bir kadın yok. Gözleri sinirden çakmak çakmak bir kızıl cadı
var.
“Bu işimi
kolaylaştırır,” deyip o günkü tek gerçek gülümsememi sunuyorum ona, son
gülümsememi. Ardından o henüz ne olduğunu anlamadan asama atıyorum elimi. Dokuz
harfi çok kısa sürede söylüyorum. “Obliviate.”
Artık gözleri boş bakıyor. Hızlı olmalıyım, yokluğum fark edilmemeli. Daha
önceden sersemletip çalılıkların arasına sakladığım James Potter’ı
çıkartıyorum. Ne ironi ama bugün sevdiğim kadının kalbini kırdım ve tamir
etmesi için en sevmediğim kişiye güveniyorum. Göle bakan bankın üstüne yan yana
olmaları için ikisini de taşıyorum. Kalbim sıkışıyor, nefes alamıyorum. Ama
bunu yapmalıyım.
Onları
yan yana koyduğumda Lily’nin başı ister istemez James’in omzuna düşüyor. Ölümün
bile canımı bu kadar acıtacağını sanmıyorum. Asamı bir kez daha kaldırıp
zihinlerine bir duvar örüyorum. Bu ilişkiyi sadece üçümüzün bilmesi işimi
kolaylaştırıyor. İşim bittiğinde onlara bakıyorum. Sıcak bir cumartesi
sabahında güneşin batışını izleyen iki sevgiliden farkları yok. Kalbime
saplanan bıçaklara aldırmadan ellerini üst üste koyuyorum. Artık beni sadece
çocukluk arkadaşı olarak hatırlayacak ama yapmam gereken son bir şey daha var.
Benden tamamen nefret etmeli. Ona o şekilde hitap etmeliyim. O zaman bana karşı
hiçbir şey hissedemez. Fakat şimdi değil. Kalbim bugün daha fazlasını
kaldıramaz. Yüzümü, yüzünün hizasına getirip ona son kez bakıyorum.
Uyurmuşçasına huzurlu, sanki onu ihtiyaç odasında uyurken izlediğim günlerden
birisindeyiz. Gözlerimi kapatıp o anın fotoğrafını çekiyorum kafamda. Bir ömür
onu böyle hatırlamak istiyorum.
O gece
Aşık olduğum kadının saçlarını
öperken, bir kez daha her şeyin farklı olabileceğini fısıldıyorum kendime. O
gün o kararı vermeseydim, sevdiğim kadını seçseydim her şey farklı olabilirdi. Aptal
planlarımın ve yanlış kararlarımın canı cehenneme. Kafamı kaldırıp tanrıyı
bulmayı umarak tavana bakıyorum. “Al canımı, al canımı artık lütfen, yaşamak
için bir amacım kalmadı,” sanki duamı yanıtlamış gibi bir şimşek sesi duyuluyor
dışarıdan. Şimşek sesinin peşinden korkmuş bir bebek ağlaması duyuluyor. Evet,
var. Ondan kalan son hatırayı korumalıyım. Sevdiğim kadını usulca yere yatırıp
ayağa kalkıyorum. Beşiğin içinde ağlayan çocuğa, benim çocuğum olabilecek
çocuğa, yöneliyorum. Onu kucağıma alamam, hayır. Ama bir ömür onu koruyacağım.
Sen çocuk, sen ondan bana kalan tek hatırasın. Dışarıdan Black ve Hagrid’in
sesleri geliyor. Artık gitmeliyim. Son kez ona bakıyorum. “Sana söz veririm
Lily Evans. Son nefesine kadar oğluna göz kulak olacağım.” Ardından asamı
kendime çevirip cisimleniyorum.
Severus Snape hiçbir zaman bilemedi, fakat
cennette Lily ve James Potter çifti el ele gülümsediler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder