3 Aralık 2014 Çarşamba

Bir Alkoliğin Anıları.

Merhaba, blogumdaki ilk hikayem olarak 31.03.2014 tarihinde dedemin hatırasına yazdığım bir hikayeyi seçiyorum, iyi okumalar.

Kategori: Özgün Hikayeler
Tür: Dram
Uyarılar: Alkol/Sigara/Uyuşturucu
Kelime Sayısı: 1122

        En güzeli daima ilk kadehtir. Bir umut saklar içinde. İçeceksin, bir yudum içeceksin ve her şey daha güzel olacak. Dün hiç yaşanmamış olacak, yarınlar senin olacak. Yavaşça doldurursun ilk kadehi, özene bezene. Eski usul, bardağın üçte ikisi kadar rakı, üçte biri kadar su, tek buz. Biraz da beyaz peynir koyarsın yanına. Dostun yoksa beraber içeceğin, fazlası israf. Arkadan da açarsın bir Müzeyyen veya Zeki, önce derin bir nefes, geceye hazırlık.  Burnuna gelen anason kokusu… Gülümsersin yavaşça, bir yudum, sonra her şey daha güzel olacak. Uzanırsın bardağa, soğuk ama böyle en tatlısından. Kaparsın gözlerini, bir iki saniye içinde dudaklarında bardak. Büyükçe bir yudum, ağzını yakan bir tat, ama alışmışsındır seversin o yangıyı. İlk yudumu aldıktan sonra ağzında bekletip dişlerinin arasından bir nefes çekersin, malum akciğerlerde alsın nasibini. Ağzında rakı kalmayınca açarsın gözlerini, bir bakarsın çevrene, her şey aynı hiçbir şey düzelmemiş. Düzelmeyeceğini bilirsin ama bir umuttur işte, insanı hayatta tutan. Ufak bir parça peynir atarsın ağzına, su içmezsin rakının üstüne çünkü alışmışsındır artık. Müzik devam eder arkadan. Zeki Müren bir kez daha “Elbet bir gün buluşacağız,” der. Bir kez daha buluşur bardak ve dudaklar. Yavaşça bırakılır masaya rakı. Gözler dalar uzağa, hatıralara. Bölük pörçük anılar hücum eder beynine. Yalnız içmenin en kötü yanı da bu ya işte. Düşünecek ne kadar çok şey var şu kahrolası dünyada. Bunu düşünürken bardağını bir kez daha eline alırsın. Dibinde bir buçuk yudum kalmış. Ayarsız içmişsin bu gece. Kalanı tek yudumda dikersin kafana.
         
        İkinci kadeh. En hızlısı. İlk kadehteki özen kalmamıştır artık. Yılların alışkanlığıyla doldurursun kadehi. Buz yok bu sefer. Bardak soğumuş. Arkada dönen müzik değişir sürekli. Her müzikte senin ruh halinde tabi. Orhan abi başlar, “Zor değil, seviyorum seni derken bana özür dilemek.” Hemen aklına anılar hücum eder tekrar. Hayatta dilediğin son özür, sesini son kez duyduğun gün.  “Bu kaçıncı özür ha, bu kaçıncı söz?” Son diyemediğin için kaybettin ya zaten. Anılar iyice vururken kaçışı rakıda bulursun. Çok büyük bir yudum, peynirsiz. Çünkü ağzındaki tat giderse onun anıları gelecek aklına. Bir hatıra daha gelir aklına, birbirinize gözlerinizin içine bakarsınız. Gözlerinin yeşili bir kez daha hapseder seni kendine. “Sonuna kadar,” sözlerin en ağırı, en yücesi, en yakanı. Duyarkende bilirsin aslında olmayacağını ama ümit… Nietzsche derki; Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır. Şu senin her gün yaşadığın işkence. Ahmet Kaya başlar arkadan, “O mahur beste çalar, müjganla ben ağlaşırız.” Gözünden bir damla yaş düşerken bardağının kalanını dikersin kafana.
         
        Üçüncü kadeh. Hayaller. Gözünden düşen damlayı iki parmağınla silersin. Fazla özene gerek yok, nasılsa son damla olmayacak. Kadehini doldurduktan sonra hızlı bir yudum alırsın. Sonra uzaklara dalar gözlerin. Yarın farklı olacak, sabah uyandığında o gelmiş olacak, ellerinde market poşetleriyle. Kahvaltını hazırlayacak önce, ardından yatağına gelip öperek uyandıracak seni, yine kollarını saracaksın ona, çekeceksin kendine kocaman yatağın bir kenarı boş olmayacak. Dakikalarca sarılacaksın ona orada. Sana kahvaltının soğuduğunu artık kalkmanız gerektiğini söyleyecek. Fakat bileceksinki aslında o da kalkmak istemiyor. Yataktan kalkacaksınız, mutfağa kadar el ele. Çok üşür elleri, herkes bilmez, sen bilirsin. Masaya oturacaksın karşına oturacak, ellerinizle besleyeceksiniz birbirinizi. Kahvaltı masasını öyle bırakıp televizyonun karşısına geçeceksiniz. Güzel bir aşk filmi. Çünkü o sever, sen yine onun için dayanacaksın. Film başlayacak siz battaniyenizin altına gireceksiniz. Elini omzuna atacaksın, kafasına göğsüne dayayacak. Filmin ortalarında iyi adam kadını tam kaybederken daha sıkı sarılacak sana. Çünkü o da seni kaybetmekten korkuyor. Film bitecek ve siz yılların özlemiyle sarılacaksınız birbirinize.  Ardından koluna yatacak tekrar. Saatlerce konuşacaksınız, güleceksiniz. Gece olacak, ikinizde yorgunsunuz. Kollarında uyuyacak yine, eskisi gibi. Jasmimum* kokusu sarhoş ederken seni gözlerini kapatacaksın. Gözlerini açtığında önündeki yarım yamalak masayı ve griyle kırılmış dumanlı beyaz bardağı görünce hayallerin cam gibi parçalanır. Gözünden bir öncekinden daha fazla yaş düşerken bardağına çoktan uzanmışsındır. Arkada Müslüm Baba bağırmaktadır, “Herşeyi al bana beni geri ver, bir şansım olsun.” Rakıyı kafaya dikerken şarkının güzelliğine bir kez daha hayran kalırsın. Daha ne kadar içtiğini bilemeden boş bardağı masaya koyarsın.
         
        Dördüncü kadeh. Hayaletler. Ne ara içtin o kadar içkiyi? Farkında değilsin. Aslında içmedin o kadar. Mesela dünyan dönmüyor şuan. Yada seni büyüten deden karşında oturmuyor. Kınayan gözlerle bakmıyor sana. Gülümsüyorsun dedene, itiraf et aslında gelmesini bekliyordun. Gülümsemene karşılık vermiyor, konuşmuyorda. Sadece kınayan gözlerle sana bakıyor. Ne derdi deden, “Kadın ve içki… Birini adabıyla seveceksin, ötekisini adabıyla içeceksin.” Sen ne kadınını adabıyla sevebildin ne de içkini adabınla içebildin. Mahcupsun ona karşı. Arka da bu sefer Muazzez var, “Unutulmuş birer birer, eski dostlar, eski dostlar.” Bir anda dedenle ilgili bir anın doluyor beynine. Soğuk bir akşam, martın son gecesi,  11 yaşındasın. Ailen yine dedenlere bırakmış seni, zaten deden ölmeden bir yıl kadar anca evvel. Deden içiyor, rakının beyazına takılıyor gözlerin. Yıllardır görmüşsün ama hiç içmemişsin. Hele o kokusu yok mu… Senin gözlerin rakıda, dedenin gözleri sende. Usulca çağırıyor seni yanına. Çay bardağı istiyor babaannenden, çok az rakı biraz daha az su, bir yudumdan biraz küçük bir rakı beyazlığı. İç, diyor ama tükürmek yok. Kalbin vuruyor küt küt. İlk kez orada buluşuyor rakıyla dudakların, içini yakıyor. Daha önce hiçbir şey bu kadar yakmamış içini. Hiçbir şey bu kadar yakışmamış dudaklarına. Ne kadar tükürmek istersen iste, tutuyorsun içinde, çünkü o yakışır sana. Su da vermiyor deden peşine, ne kadar ağır başlarsan o kadar rahat içersin. İçtiğin bir yudum rakı kanında dolaşırken kendini büyümüş hissediyorsun. Ama büyümedin, aksine küçüldün. Artık onsuz yaşayamayacaksın. Deden tekrar bakıyor sana. Bakışları biraz anlayış kazanmış sanki. Önündeki boş kadehi işaret ediyor. Sahi ne zaman bitti dördüncü kadeh.

        Beşinci kadeh. En acısı. Dedenin hayaleti odayı terkedince bir kez daha yalnızlık sarıyor ruhunu. Kadehi doldurunca boşalan 50lik şişesine bakıyorsun. Hani bu sefer hepsini içmeyecektin, sadece hayallere kadardı bu sefer. İlla bu noktaya gelmek zorunda mıydın? Peynirinde bitmiş bak, şimdi kim kalkıp mutfaktan alacak? Çay da içmedin bu sefer arada, miden de dinlenmedi. Kalbin zaten hasta. Ölsem ne olacak diye düşünme. En fazla iki kürek toprak atarlar ardından. Ailesi dağılmış, sevdiği terketmiş bir insanın arkasından kim ağlar? Uğursuzsun sen. Sevdiğin kim kaldı yanında? Bir yudum daha. Gözlerin uzaklarda yine. Bu evde ne çok anınız var böyle. Şu köşede ilk kez öpmemiş miydin onu? Şu yatak değil miydi ilk kez yattığınız? Şu kanepenin üstünde kaç kere film izlediniz ben bile unuttum. Kaç nefes aldın bu evde be adam, yanında o varken? Son kez içiyorsun, bu gece, bu evde. Çünkü yarın yok. Çünkü daha fazla olmasını istemiyorsun. Bak yine bitmiş bardak. Hani dibinde birazcık bırakacaktın kadehin, bu işin rajonu böyleydi, dedene söz vermiştin. Bak işte kötü bir evlatsın sen, kötü bir sevgili, kötü bir torun, kötü bir arkadaş, kötü bir insan… Masayı olduğu gibi bırakıp yatağına gidiyorsun. Bu gece farklı, farkındasın. Kalbin her zaman attığından biraz yavaş atıyor sanki. O gece, bu gece mi? Ah keşke… Kendini yatağa bırakıyorsun hızlıca. Sezen duyuluyor arkadan, “Elveda sevgilim, sana da sana da elveda. Elveda bütün suçlara, bütün cezalara. Yolculuk zamanı yaklaştı, biliyorum. Bir yandan içimde bir şeyler acımakta.”  Gözlerini sımsıkı yumuyorsun. Bir daha açmamayı umarak, bir daha açmamak üzere… 

Umarım beğenmişsinizdir.

1 yorum: