31 Aralık 2014 Çarşamba

Yasemin Kokusu.

“Yasemin kokusu burnumu doldurduğunda trenin gelmesine 6 dakika vardı. Sıkıcı bir toplantının ardından patlayan lastiğim beni metroya mahkum etmişti. Taksiyle de gidebilirdim ancak nedense ayaklarım beni buraya yöneltmişti. Paparazziler ünlü Playboy Erdem Hezarfenoğlu’nun burada olduğunu görseydi neler yazarlardı acaba? Yasemin kokusu burnumu doldurduğunda aklımda bunlar vardı. Usulca kokunun kaynağına bakındım. Arkamdaki oturaklarda oturuyordu. Yanını boşgördüğümde bir anlığına kalbim yıllardır çarpmadığı kadar hızlı çarptı. Ona çaktırmamaya çalışarak hızlı adımlarla yanına ilerledim.
            Yanına oturduğumda kulaklığından gelen müziği duydum. Sadece dış görünüşüne baksaydım müziğin yabancı olacağına bütün paramla iddiaya girebilirdim ancak kulaklıktan dalga dalga yükselen “Elbet bir gün buluşacağız” şarkısını duymak beni şaşırtmıştı. Onunla tanışmanın bir yolunu bulmalıydım. Belki de bu kadın, o kadındı.
            Cebimden her zaman yanımda taşıdığım not defterimi çıkarttım. Kafamdan yüzlerce düşünce geçerken en basitinde karar kıldım. Kalemimi deftere yaklaştırıp yazmaya başladım. “Yasemin kokusu burnumu doldurduğunda trenin gelmesine 6 dakika vardı…” Arada bir kaçamak bakışlar atmayı ihmal etmemiştim. Kaçamak bakışlarım sonunda meyvesini verdi ve ne yaptığımı sorgulayarak elimdeki deftere bakmaya çalışmaya başladı. Daha rahat görmesi için pozisyonumu değiştirirken yüzünde oluşan gülümsemeyi fark ettim. Uzaktan trenin geldiğini bildiren siren öterken ismini sormak üzere ona dönmeye hazırlanmıştım. Artık hiçbir şekilde kendisini saklamadan elimdeki defteri okumaya odaklanmıştı. İsmini sormam gereken vakit yaklaşştı. Bu cümlemden sonra bir süre hiçbir şey yazmadan bekledim.
Bana sonsuz kadar gelen bir dakikanın sonunda gözlerini defterimden kaldırıp bana baktı. Göz göze geldiğimizde ve gözlerinin yeşili beni ele geçirdiğinde, dudaklarında hayatımda gördüğüm en güzel gülümseme vardı. Gülümsemesi sürerken elini uzattı. Ellerimiz birleştiğinde ellerindeki soğukluk ile içimdeki ateşbirbirlerine karıştılar. “Melis,” diye fısıldadı sessizce.
Ellerimiz ayrılacak vakit bulamadan trenin geldiğini bildiren siren sesi duyuldu. "Erdem," diyerek yanıtladım onu. Ellerimiz ayrıldığında ellerini bırakmamak için dünyaları verebilirdim. Tekrar göz göze gelip birbirimize gülümsedik. O kadını bulduğumu anlamıştım."
Yıllar önce yazdığım romanın en sevdiğim kısmını tekrar okurken kendi kendime gülümsüyorum. Başyapıtım o benim, en iyi günlerim...
Elimi kitabın sayfalarında gezdiriyorum. Uzun zamandır dışarı çıkmadım ve bu gece dışarı çıkmaya ihtiyacım var. Kahyamı çağırıyorum. Kızıl saçlı, uzun boylu genç bir oğlan çocuğu odaya girince şaşırıyorum. İlk sorum "Sen kimsin?" oluyor. Gözlerimin içine bakmak için kendisini zorluyor ancak ürkekliği bakmasına izin vermiyor. Bu sefer sesimi biraz daha yumuşak tutmaya çalışarak sorumu yineliyorum.
Kafasını kaldırıp yüzüme bakıyor ve kekeleyerek konuşuyor. "Ben Burak efendim, bundan sonra size ben yardımcı olacağım."
Değişiklikleri sevmem fakat bunu kahyama çaktırmıyorum.  "Daktilomun başındayken rahatsız edilmeyi sevmem,  bana asla kahve isteyip istemediğimi sorma kahveden nefret ederim ve aklındaki soruyu sor. Çekingen insanlardan nefret ederim."
"Anladım efendim," diyerek yanıtlıyor beni. Gözleri kitaplığımdaki kitaplar üzerinde dolaşırken soruyor. "Yasemin Kokusu efendim, söyledikleri gibi gerçek bir hikaye mi?"
Aylardır karşılaştığım her hayranın sorduğu soruyu duymak beni şaşırtmıyor. Derin bir nefes alıyorum. "Eğer sorun yoksa şoföre arabamı hazırlamasını söyle." Cevabıma şaşırırken ikiletmiyor ve odamdan çıkıyor. Romanımı yazdıktan sonra editörüm onun gerçek bir hikaye olduğunu ağzından kaçırmıştı. Ama bunun doğru olduğunu söylemenin Melis'e ihanet olduğunu düşündüğüm için kimseye doğru cevabı vermedim.
Kahyam odadan çıkınca hazırlanmak için dolap odama yöneliyorum. Üstüme en sevdiğim gömleklerden birisini geçirirken bunu bana Melis’in aldığını hatırlıyorum bir anlığına. Ona o kadar çok ihtiyacım var ki…
            Gözümden aşağıya bir damla yaş süzülürken neden gittiğini sorguluyorum bir kez daha durduğum yerde. O gün, o pastanede neden gitti, hala bilmiyorum. Kıyafetlerimi üstüme geçirmemin bitmesiyle kahyamın gelmesi arasında bir saniye bile yok.
            “Kuzeniniz aradı,” diyor yanıma yaklaşırken. “Acilen sizinle konuşması gerekiyormuş.”
            Çok sevgili kuzenim ve hiç bitmeyen merakları… “Ona sen beni görmeden önce evden çıktığımı ve nereye gittiğimi bilmediğini söyle.” Anlamayan gözlerle bana bakmasına aldırmadan evimin kapısına doğru yürüyorum. Şoförüm kapımı açmak için önüme doğru gelirken onu elimle durduruyorum. Anahtarları vermesi için elimi uzatıyorum. İsteksiz bir şekilde anahtarları elime bırakıyor.
            Arabaya oturup kontağı çalıştırıyorum. Altımdaki Audi hızla kendisini öne fırlatıyor. Evden çıkarken amacım arabayla bir iki tur atıp bir dağ başında kafayı çekmekti ancak içimden gelen bir dürtüyle evime en yakın bara yöneliyorum. Eskiden buraya çok gelirdim. Beyim uzun zamandır neden gelmediğimi sorgularken barın önüne geliyorum. Arabayı valeye teslim edip kapıdan içeri giriyorum. Ortam hiç değişmemekle birlikte içerideki kalabalık anında beni boğmaya başlıyor. Hızla bankoya yönelip oturuyorum. Herkes yılbaşının coşkusu içinde gülüyor veya bağırıyor. Kendime bile itiraf etmesem de onları kıskanmadan edemiyorum.
            Barmene bir duble viski istediğimi söyledikten sonra parasını ödeyip çevremdeki insanları incelemeye odaklanıyorum. Çok uzun değil, sadece bir sene önce, Melis’le yeni yılı beraber kutlamıştık. Yine bunun gibi bir barda oturmuş ve kim karşısındakini öpmemeye daha fazla dayanacak oyunu oynamıştık ve o kazanmıştı. Son mutlu günümüzdü belki de…
            Anılar beynime hücum ederken viskimi bir yudum almak için ağzıma götürüyorum. Tanıdık buruk tadı alınca gözlerimi kapıyorum ve açtığımda kalbim bir atımı kaçırıyor. Sevdiğim kadın, o kadın, bankonun tam karşısında gözlerini dikmiş bir şekilde bana bakıyor. Gözlerindeki ifadeyi anlatmak için benim gibi bir yazarın bile uygun bir kelimesi yok. Gözlerimiz buluştuğunda arada bir kıvılcım çakıyor adeta. Bardağı yavaşça masaya bırakırken gözlerimiz arasındaki bağı kopartmamaya gayret ediyorum. Derin bir nefes almaya gayret ederken yerimden kalkıp ona doğru yürümeye başlıyorum. Sanki bu bir işaretmiş gibi algılayıp o da harekete geçiyor.
Yuvarlak bankonun ikimize göre ortak noktasına kadar gözlerimizi ayırmıyoruz. Çarptığım insanları önemsemiyorum. O burada, dünya üzerinden bundan daha önemli bir şey olamaz. Orta noktaya geldiğimizde ikimizde konuşmadan birbirimize bakıyoruz bir süre. Gözlerinden acı, pişmanlık, sevgi, inkar duyguları artarda geçerken ben hissettiğim duygudan emin değilim. 
Birbirimizin karşısına gelince duruyoruz. Tanıdık yeşil gözler ve yasemin kokusu beni selamlıyor. Hiç değişmemiş, kendi kendime verdiğim ilk tepki bu. Benim henüz daha dilimin tutukluğu geçmezken ilk konuşan o oluyor. “Merhaba!”
Beynim duyduğum şeye tepki veriyor vermesine ama vücudum onu bir türlü dinlemiyor. Göz temasını bozarsam kaçıp gideceğinden korkuyorum. Gözlerindeki korkuya dönüşüyor bir anda, beni harekete geçiren de bu oluyor. “Merhaba,” diyerek yanıtlıyorum. Ardından hiç planlamadığım kelimeler dökülüyor ağzımdan. “Bunca zamandır nerelerdesin?”
Gözlerindeki ifade anlayışa dönüşüyor bir anda. “Her şeyi anlatacağım,” diye fısıldıyor. “İstersen dışarı çıkalım sen aşırı sesi fazla sevmezsin.”
Bütün hücrelerim beni düşündüğünü haykırıyor adeta. Heyecanımı dizginlemekte zorlanıyorum. “Olur,” diye fısıldayabiliyorum sadece. Elini uzatıp elimi tuttuğunda, soğukluğu bir kez daha sıcaklığıma karışıyor. Adımlarını takip edip bardan dışarı çıkıyorum.
Dışarı çıkınca Ankara’nın ayazı selamlıyor bizi. Valeye arabamı bir an önce getirmesini söylüyorum. Araba geldiğinde binmesi için Melis’in kapısını açıyorum. Melis zarafetle arabanın içine süzülürken, vale boş gözlerle bana bakıyor. Arabanın kapısını kapatıp valeye dönüyorum. Hiç bu kadar paragöz bir valeyle karşılaşmamıştım. Cebimden çıkarttığım bir tomar parayı ne kadar olduğuna bakmadan ona uzatıyorum ve direksiyona geçiyorum. Melis’e dönüp soruyorum. “Nereye gidelim?”
Düşünüyormuş gibi gözleri uzaklara dalıyor ancak cevabını önceden hazırladığına eminim.  “Tepemize gidelim mi?”
Tepemiz, bizim olan ilk yer, aklıma gelince duygulanmamı engelleyemiyorum. “Gidelim,” diyebiliyorum ona bakmadan. “İçecek bir şeyler almamı ister misin?” Kafasını sallayıp beni onaylıyor. Bir büfe görmem fazla uzun sürmüyor. Arabayı yanına park edip içeri giriyorum. Viski her zaman favorim olmuştur. Melis içinde çok sevdiği ballı şaraplardan bulunca mutluluktan havalara uçuyorum.
Arabaya döndüğümde saat 22:00’ı gösteriyor. Poşetin içindeki ballı şarabı görünce yüzünde oluşan gülümse yaklaşık bir yıl sonra ilk kez iyi hissetmeme neden oluyor. Arabayı çalıştırıp tepemiz dediğimiz, bütün Ankara’yı gözler önüne seren tepeye doğru sürüyorum. Vites küçültmek için elimi vites topuzuna attığımda elinin beni orada beklediğini ben bilmesemde elim biliyor. Elini uzunca tutmak yolu gidebildiğim kadar yavaş gidiyorum. Bunu hissederek bana dönüyor. “Artık hep buradayım, Erdem.”
Sözleri üzerimde yaratmaları gereken vurucu etkiyi yaratıyor. O burada, artık hep burada… Elimdeki elini dudaklarıma götürüp incitmekten korkarak öpüyorum. Utandığı zaman attığı kızarık gülümsemeyle karşılaşıyorum yüzüne baktığımda. O an ölebilirim, bunu bütün hücrelerimde hissedebiliyorum.
Tepeye varıp arabayı durduruyorum. Buraya kaç kez gelirsem geleyim ne kadar etkileyici olduğunu hep unutuyorum. Uzaktan yan yana Anıtkabir ve Kocatepe Camii güneş gibi parlıyor. Yüzlerce insanın evlerinden ışıklar karanlık geceyi aydınlatırken içkilerimizi açıp bardak ihtiyacı duymadan kafamıza dikiyoruz. Bir süre ikimizde konuşmazken aklımı kurcalayan soru bir anda dudaklarımdan dökülüyor. “Neden gittin?”
“Öyle gerekiyordu.” Yanıtı önceden hazırlanmış ve oldukça net.
Ne dediğinden bir anlam çıkartamıyorum. “Nasıl yani?”
“O zaman beraber olamazdık Erdem, birbirimiz için doğru insanlar değildik. Ama şimdi, artık önümüzde hiçbir engel kalmadı. Bütün gelecek bizim.”
Son cümlesi kafamda defalarca dönüp duruyor. Bütün gelecek bizim… Yarın, öbür gün, ondan sonraki gün, bundan sonra hep yanımda olacak. Omuz çukuruma yatıyor, kolumu omzuna atıyorum. Aynı eski günlerdeki gibi aşağıdan geçen arabaları izliyoruz. Uzun zaman sonra bir gelecek hayali kurabiliyorum. Yarın tatil, resmi daireler kapalı, Cuma günü yıldırım nikahı için başvursam haftaya evlenebiliriz. Fikrimi ona aktarıyorum. “Evlenelim mi?”
En başta şok olmuş gözlerle bana bakıyor. Tam reddedeceğini düşünüp içimde bir şeyler kırılırken gözünden damlayan yaşı görüyorum. “Evet,” diye fısıldıyor. Ona daha sıkı sarılıp dudaklarından bir buse çalıyorum.
Kafasını dizime yaslayıp gözlerini kapatıyor. Elimi kumral buklelerinde gezdiriyorum. Bütün dünya yeni bir yıla hazırken ben kendi dünyamı kuruyorum bu gece yeniden. Yol bilgisayarından saatin 23:45 olduğunu görünce Melis’i uyandırıyorum. Arabanın camını açtığımda aşağıdan boğuk bir müzik sesi geliyor. Gecenin başında barda kıskandığım insanları düşünüyorum, Melis’le karşılaşmasaydım neler olacağını kim bilebilir ki…
Ankaralılar 2015 yılını havai fişeklerle kutlarken gökyüzünden yılın ilk kar taneleri dökülüyor. Bizse nefesimiz kesilene kadar öpüşmeyi tercih ediyoruz. Ayrıldığımızda bir kez daha göz göze geliyoruz. “Evimize gidelim mi?” diye soruyor bu sefer.
“Neden, beni yatağa atmayı mı planlıyorsun?” Cevabıma ikimizde gülerken arabayı bu sefer evimize gitmek için çalıştırıyorum. Evimiz fikri bütün beyin hücrelerimi adeta ele geçiriyor.
Evin önüne gelip arabayı park ettiğimde çalışanlarımın hepsinin yattığını görüyorum. Koşar adımlarla yatak odama girip kendimizi yatağa bırakıyoruz. İkimizde sevişmek için fazla yorgun ve duygusalız şuan. Kollarımı bedenine sarıp kafamı saçına yasladığımda nasıl olsa bütün gelecek bizim diye düşünüyorum. Yasemin kokusu burnumu doldururken huzurlu bir uykuyu gözlerimi kapatıyorum.

*                           *                                        *                                 *                      *                              *
Uzun bir süre sonra mutlu uyandığım sabahta burnum geceden kalma yasemin kokusunu arıyor ancak aldığı sadece yastığımın üstündeki nemli koku. O an sarıldığımın Melis değil de ikinci yastığım olduğunu fark ediyorum. Akşamdan kalma beynim olayı idrak etmeye çalışırken erken kalkmış olabileceği düşüncesi aklıma geliyor. Rahat bir gülümsemeyle yataktan aşağıya ayaklarımı sallayıp banyoya yöneliyorum. Yüzümü yıkayıp odama döndüğümde Burak’ın kahvaltımı hazırlayıp tepsiyi getirdiğini görüyorum. Beni görünce gülümsüyor. “Umarım güzel bir gece geçirmişsinizdir, efendim.”
“Ah, oldukça güzel bir geceydi.“ Gülümsemesine karşılık verirken tek tabak getirdiğini fark ediyorum. Kaşlarımı çatıp soruyorum. “Arkadaşım nerede, Burak?”
Boş gözlerle bana bakıyor. “Hangi arkadaşınız, Erdem bey?”
Sinir katsayım yavaşça yükselirken kaşlarımı çatıyorum. “Ne kadar ilgisiz bir çalışanmışsın sende. Dün gece beraber uyuduğum arkadaşım nerede, diye soruyorum.”
Karşımda iyice küçülüp dili tutuluyor. Titrek bir sesle konuşuyor. “Efendim, gün doğduğundan beri yanınıza girip çıkıyorum. Hep tek başınıza yatıyordunuz.”
Kalbim bir atımdan fazlasını kaçırıyor. Gözlerim bir anlığına kararırken ayakta duramayıp yatağıma oturuyorum. Beni yine terk etmiş olamaz. Bu sefer hep burada olacağını söylemişti. Aklıma geride kalan tek seçenek gelirken sinirle yerimden kalkıyorum. “Nereye sakladınız lan onu?” diye bağırıyorum genç kahyamın yüzüne. Korkudan tutulmuş diliyle bana cevap veremiyor. Kahyamı itip yere düşmesine neden oluyorum.
Odamdan fırlayıp evimin içinde bir tur atıyorum. Girdiğim odaların hepsini dip köşe ararken karşıma hiç kimsenin çıkmamış olması onların şansına. Bana sonsuzmuş gibi gelen odaların sonuncusuna da baktıktan sonra içimdeki nefret kat ve kat artmış bir şekilde bakmadığım son yer olan mutfağa yöneliyorum. Gözlerimin önüne mutfak masasına bağlanmış bir Melis fotoğrafı geldiğinde neden ilk orayı kontrol etmediğimi anlamıyorum bile.
Mutfağa girdiğimde gördüğüm ilk şey bütün çalışanlarımın mutfak masasının çevresinde toplanıp fısır fısır bir şeyler konuştuğu oluyor. Beynim bağlanmış Melis imgesini bir kez daha gözümün önüne getirirken konuştukları şeylerin arasında kuzenim Murat’ın ismini duyabiliyorum bir tek.
            Bağırarak aralarına dalıyorum. “Hanginiz sakladı lan Melis’i?” Anlamamış görünen gözleri kanı iyice beynime sıçratıyor. Burak’ın ortalarında oturduğunu görüyorum. Her şeyi o planlamış olmalı. Tezgahın üstünde gördüğüm bıçağı kapıp Burak’ın üstüne yürüyorum bir kez daha.
Çalışanlarımdan hiç biri bana yaklaşmaya cesaret edemiyor. Genç kahyam ayağa kalkıp bir adım geri çekilirken yüzünün yanında turuncu saçlarının bile beyazladığını görebiliyorum. “E-efendim, ben bir şey yapmadım. Yemin ederim.”
“Onu nereye sakladığını söyle bana. Eğer söylersen seni öldürmem, ama eğer söylemezsen,” bıçağı yanağının üstünde gezdiriyorum. “Saçının rengini bir ton daha kızıla dönüştürürüm.”
Tam bıçağı biraz daha derine ittirip yüzünde bir yara izi açmaya hazırlanıyorum ki arkamdan bir ses duyuyorum. “Erdem, ne yapıyorsun sen?”
Büyük bir rahatlamayla arkamı dönüyorum. “Murat abi, sonunda geldin. Bana yardım et lütfen. Dün gece Melis’le tekrar birleştik ve beraber uyuduk. Ancak sabah uyandığımda bu alçaklar,” bıçağın ucunu çalışanlarımın olduğu tarafa çeviriyorum. “Onu saklamıştı. Onu bulmama yardım et.”
Anlayışla bana bakıyor. Bakışlarını görünce iyice rahatlıyorum. “Dert ettiğin sıkıntı bu muydu?” Gülümsüyor. “Melis sabah beni aradı ve sana yılbaşında hediye almadığı için kendini kötü hissettiğini söyledi. Bende bir araba gönderip onu aldırttım ve beraber sana hediye almak için mağazaya gittik. Şimdi de odanda seni bekliyor. Ayrıca çalışanlarının onu görmemesi çok normal, gazetecilere yakalanmaması için gizli geçitten çıkmasını söylemiştim.”
Duyduğum şeyler üzerimde o kadar büyük rahatlama hissi yaratıyor ki kelimelerle anlatamıyorum. Elimden bıçağı atıp yere yıktığımın kahyamın kalkması için elimi uzatıyorum. Ürkek gözlerle önce elime sonra yüzüme bakıyor. Hiçbir anlamamış bir ifadeyle elimi tutup ayağa kalkıyor. Omzunu sıkarken bir özür mırıldanıyorum.
Ardından kuzenimin yanından geçip büyük bir coşkuyla odama yöneliyorum. Aynanın yanından geçerken saçlarımı kontrol ediyorum. Kapının arkasında beni bekleyen kadına layık olacak kadar yakışıklı olmalıyım. Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirirken kapımı açıyorum. Beklediğim manzaranın aksine üstüne hemşire önlüğü giymiş ızbandut gibi bir adam görüyorum ilk önce. Ondan sonra boynumda hissettiğim acıyla dünyam kararıyor.                                                                          *                           *                                        *                                 *                      *                              *
“Eğer bizimle daha fazla çalışmak istemezsen bunu anlayışla karşılarım.” Dünyam karardıktan sonra duyduğum ilk cümle bu. Gözlerimi açmak için çabalıyorum ancak bedenim bana ihanet ediyor. Beynim hala tek bir soru üzerinde dönüp duruyor. Melis nerede?
“Bazı şeylere anlam veremiyorum Murat Bey. Umarım kafamdaki soru işaretlerini yanıtlarsınız.” Sabahleyin suratını çizmek üzere olduğum kahyamın yüzünü görmesem de hala kendine gelemediğine eminim. Sanki iç kafamı yiyip bitiren soruyu duymuş gibi o da bir soru soruyor. “Melis kim ve nerede? Romanındaki karaktere aşık olmadı değil mi?”
Kuzenim derin bir nefes alırken konuşmaya başlıyor. “Yasemin Kokusu, tahmin ettiğin gibi gerçek bir hikaye.” Kuzenim orada en büyük sırlarımdan birisini ifşa ederken bedenim hala kıpırdamamakta ısrar ediyor. “En azından büyük bir kısmı gerçek, sonu canını çok yaktığı için yazamadı ve güzel bitirdi. Romanda yazdığı gibi tanıştılar, birbirlerini sevdiler, evlenme hayali kurdular, her şey çok mükemmel giderken bir anda ayrıldılar. Yani en azından Erdem buna inanıyor. Melis’in onu bir gün terk edip gittiğine ve bu gece olduğu gibi arada karşısına çıktığına inanıyor.” Duyduklarım bende şok edici bir etki yaratırken, duyduğum tepkiyle kahyamın da farklı bir şok yaşamadığını görüyorum.
“Peki, aslında ne oldu?” diye soruyor genç kahyam bu sefer.
“Erdem’in bir rahatsızlığı var. Olmayan şeyleri olmuş gibi kafasında kurgulayabiliyor.” Kuzenimin sigarasını yakmak için çakmağını yaktığını duyuyorum.
Kahyam bunu fırsat bilip atlıyor. “Şizofren mi yani?”
Kuzenim sigarasından derin bir nefes çekerken ilk kez elimi oynatabiliyorum ancak bu sefer de kolum yatağa bağlı olduğu için yerinden kıpırdamıyor. “Tam olarak öyle değil. Yani şizofreniyle bağlantılı bir hastalık ancak onun için bazı etmenlerde gerekiyor. Şizofreni öncelikle algılama ve düşünce alanında sorunlara yol açar. Mesela hasta garipten sesler duyar veya yanından birisinin geçtiğini zanneder. Erdem’in durumu bundan farklı, o daha çok gündüz rüyaları görüyor ve o esnada yaptığı şeylerin hiç birisini hatırlamıyor.” Duyduğum her kelime zihnimin biraz daha kararmasına neden oluyor. Gerçekten dedikleri gibi şizofren olabilir miyim veya gündüz rüyaları görebilir miyim? Dün gece Melis’i gerçekten gördüm mü yoksa sadece hayalimde yarattığım bir şey mi o? Yoksa demin yaptıkları sakinleştiriciler mi bu hayali görmeme neden oluyor?
Dinlediğim ikili bir süre konuşmadan oturuyorlar. Burak duyduğu şeyleri hazmetmeye çalışırken kuzenim ilkini söndürüp ikinciyi yakmak için çakmağını çakıyor. “Sabah uyandığında,” diyor Burak ürkek sesiyle. “Her şeyi hatırlıyor gibiydi.”
“Sana bazı etmenler olduğunu söyledim ve sen bunları sormadın. Sen sormadan cevap vereyim buna; alkol, uyuşturucu ve bazı yüksek sakinleştiriciler aldığı zaman oluyor bu gündüz rüyaları. Bu sabah uyandığında alkol vücudunu henüz terk etmemişti. Her şeyi hatırlıyordu. Kafası ayılmaya başladığı için hayali görmeyi bırakmıştı ancak hala olanları hatırlıyordu. Dün gece aradığımda dışarı çıkmaması için aramıştım onu fakat senin de yardımınla benden kurtuldu.” Kuzenimin acı bir şekilde gülümsediğini duyuyorum. “Normalde evdeki hizmetçiler ve kahyalar onun alkolden uzak tutulması gerektiğini biliyor. Ancak sizinle çalışmaya yeni başladığımız için size gerekli şeyleri söyleyememiştim. O yüzden biraz da benim hatam.”
“Gerçek hikaye ne Murat Bey?” Aklımdaki soruyu bir kez daha kahyam soruyor.
Kuzenim sigarasını kül tablasına sert bir şekilde bastırıyor. “Erdem ilk defa bir kadını bu kadar çok sevdi. O kadar çok sevdi ki, hayal gücü onunla oyun oynamaya başladı. Gerçekte olmayan şeylere inanmaya başladı. Önce ağır bir kıskançlık başladı, Melis’i benden bile kıskanıyordu. Kendi bağlantılarını kullanarak işinden attırdı, sürekli evde oturmasını istedi. Melis buna karşı çıktı. O karşı çıkınca Erdem iyice hırçınlaştı. Daha çok içti. İçtikçe olmayan şeylere daha çok inandı. Tabi biz bu duruma kadar hiçbir şeyin farkında değildik. Melis geldi benimle konuştu en başta abartıyor sandım. Ancak bir akşam burada yemek yerken ne olduğunu kendi gözlerimle gördüm.”
Kuzenimin söylediklerine beynim inanmayı reddediyor. Hatırlamaya çalışıyorum öyle bir yemeği ama her şey karanlık. Kuzenimse biraz dinlendikten ve kafasını topladıktan sonra devam ediyor. “Yemekte sadece üçümüz vardık ve her şey çok güzel gidiyordu. Melis’e yurt dışından bir iş teklifi gelmişti ve bunun yüzünden çok heyecanlıydı. Bir iki kadeh bir şey içtikten sonra Melis’in işi tekrar gündeme geldi ve Erdem sinirle böyle bir teklifi Melis’in kabul edemeyeceğini çünkü yanından ayrılamayacağını söyledi. Melis’in kopma noktası o an oldu. Hırsla yerinden fırladı ve onun da bir hayatı olduğunu her şeyi Erdem’e bağlı yaşayamayacağını söyledi. Ardından bu ilişkinin ona çok zarar vermeye başladığını söylediğinde Erdem elindeki kadehi ona fırlattı. Ben donup kalmıştım. Erdem yerinden fırladı ve Melis’e ardı ardına tokatlar atmaya başladı. Kendime gelip durması için Erdem’i tutmaya çalıştım ancak beni de itti ve yere düşürdü. Bende ani bir hareketle masadaki şişeyi Erdem’in kafasına geçirdim, bayıldı.”
Zihnim bir kez daha neler olduğunu hatırlamak için çabalıyor. Gözümün önüne daha önce hatırlamadığım bir imge geliyor. Melis, sevdiğim kadın, yerde yatarken bana durmam için yalvarıyor. Benimse sağ elim açık bir şekilde hava kalkık yere suratına inmek için bekliyor. Tanrım, bunu gerçekten de yapmış olabilir miyim? Sigara yakmak için duraklayan kuzenim anlatmaya devam ediyor. “Melis’i evden çıkartıp yurt dışındaki işi almasını sağladım. Erdem’i yakınlardaki bir hastaneye yatırıp neyi olduğunu öğrenmek için testler yaptırdım ve hastalığını öğrendim. Erdem uyandığında Melis’in onu terk ettiğini hatırlıyordu sadece. O günden sonra da hastalığının duyulmaması için elimden gelen her şeyi yaptım. Ve sen Burak, onun hastalığını bilen ilk çalışanımızsın. En azından bunu hak ettiğini düşünüyorum.”
İkisi de tekrardan konuşmadan bir süre duruyorlar. Bense yattığım yerde, yarın bunu tekrar unutacağımı düşünüyorum. Meğerse hayatımda ne kadar bilmediğim şey varmış benimle ilgili. Burak konuşuyor bu sefer. “Yani yarın sabah uyandığında hiçbir şeyi hatırlamayacak mı?”
“Evet. Ne dün geceyi ne de şuan konuştuklarımızı hatırlamayacak.” Kuzenimin uyanık olduğumu bilmesi beni şaşırtıyor. Ayak seslerinden yanıma doğru yaklaştığını duyuyorum. “Erdem, gözlerini açabilirsin.” Gözümü açtığımda ilk gördüğüm elleri oluyor. Meğer gözümü açamamamın nedeni ilaçlar değil gözümdeki garip aletmiş.  Ardından kahyamın ürkek yüzünü görüyorum. “Nasılsın?” diye soruyor kuzenim.
O an sorunun bir cevabı olmadığını fark ediyorum. Son yarım saatte o kadar fazla şey öğrendim ki nasıl olduğuma dair bir fikrim yok. Soruyu duymazdan gelerek bakışlarımı kahyama yöneltiyorum. “Bugün yaptığım hareket için, yarın hatırlamayacak olsam bile üzgünüm.”
Gözlerindeki ifade korkudan anlayışa dönüyor bir anda. Suratında yarım yamalak bir gülümsemeyle konuşuyor. “Önemli değil efendim.” Elini bağlı ellerimden bir tanesinin üzerine koyuyor. “Bundan sonra her zaman sizin yanınızdayım. Bana güvenebilirsiniz.”
Ona bakıp gülümsüyorum. Kafamı kaldırdığımda kapıdan içeri girmekte olan Melis’i görmek bu sefer beni şaşırtmıyor. Bana gülümseyip yatağımın yanındaki sandalyeye oturuyor. Onun gerçek Melis olmadığını biliyorum. Gerçeği benden uzakta olsa da mutlu ve huzurlu bir yaşam sürüyordur umarım. Yanımdakilere çaktırmadan kaçamak bir bakış atıyorum sandalyeye. Kuzenim bakışımı yakalıyor. Ben, başıma kakmasını beklerken Burak’a eliyle kapıyı işaret ediyor. “Hadi biz çıkalım, Erdem de biraz dinlensin.”
Onlar odadan çıktıktan sonra hayalimdeki Melis’e bu sefer dönerek baktığımda elinde romanımın olduğunu görüyorum. “Sana biraz kitap okumamı ister misin?” Ona gülümseyip başımla onaylıyorum. Başlamadan önce boğazını temizliyor. Bende iyice yatağa gömülüp gözlerimi yumuyorum. Hayran olduğum ses okumaya başlıyor.
“Yasemin kokusu burnumu doldurduğunda trenin gelmesine 6 dakika vardı…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder